Osmanlı İmparatorluğu'nun sosyal ve ekonomik yapısında vakıfların merkezi bir rol oynadığı bilinmektedir. Bu kurumlar, toplumsal refahın sağlanması, eğitim ve sağlık hizmetlerinin finanse edilmesi ve kentsel altyapının geliştirilmesi gibi çeşitli alanlarda önemli işlevler üstlenmiştir. Özellikle Sultan Birinci Abdülhamid döneminde kurulan Hamidiye vakıfları, dönemin sosyal ve eğitim hizmetlerine önemli katkılarda bulunmuş ve Osmanlı vakıf medeniyetinin anlaşılması açısından kritik bir örnek teşkil etmiştir.
Osmanlı vakıfları tarihi üzerine yapılan en güncel çalışmalardan biri, Dr. Merve Uçar Nurcan'ın geçtiğimiz aylarda Marmara Üniversitesi’nde tamamladığı dikkate değer doktora tezi olmuştur. Prof. Dr. Fehmi Yılmaz’ın danışmanlığında tamamlanan “Making of a Sultanic Waqf: Hamidiye Endowments and its institutionalization on the Eve of Evkaf-ı Hümâyûn Nezâret (1781-1826)” başlıklı bu önemli çalışma, Osmanlı Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (OSAMER) tarafından düzenlenen "OSAMER Tez Sunumları" serisinin onuncu seminerinde sunuldu. 19 Aralık 2023 tarihinde çevrimiçi olarak gerçekleştirilen bu etkinlikte, Dr. Nurcan tezin Türkçe ismine uygun olarak "Bir Sultan Vakfının Kuruluşu: Evkaf-ı Hümâyûn Nezâreti'nin Kuruluşu Arefesinde Hamidiye Vakıfları ve Kurumsallaşması (1781-1826)" başlıklığıyla katılımcılarla paylaştı. Dr. Nurcan'ın sunumu, Hamidiye vakıflarının kuruluş süreci, işleyişi ve kurumsallaşmasına dair kapsamlı bilgiler sunarak, bu vakıfların Osmanlı toplumundaki rolünü ve genel olarak vakıf kurumunun Osmanlı yönetim yapısı ve toplum düzeni içindeki yerini ve etkisini derinlemesine ele aldı. Bu blog yazımızda OSAR Blog’ta seri olarak sürdürdüğümüz Tez Sunumu Raporları’na bir yenisini daha ekleyerek Dr. Nurcan’ın tez sunumunu odağa alacağız.
“Vakıflar sayesinde bir adam vakıf bir evde doğar, vakıf bir beşikte uyur, vakıf mallarından yer içer, vakıf kitaplarından okur, vakıf bir mektepte hocalık eder, vakıf idaresinden ücretini alır, öldüğü zaman vakıf bir tabuta konularak vakıf bir mezarlığa gömülürdü.”
Osmanlı Devleti Vakıf Medeniyeti
Çalışma, Sultan I. Abdülhamid döneminde kurulan ve Hamidiye vakıfları olarak bilinen kurumun oluşumunu, Tanzimat öncesi Osmanlı devlet yapılanmasında merkezileşme çabaları ve kurumsal dönüşümler bağlamında inceler. 1781-1826 yılları arasını kapsayan bu dönemde, vakıfların sosyal ve ekonomik hayatta merkezi bir rol oynadığı, Osmanlı toplumunun her kesimini kapsayan bir vakıf medeniyeti inşa ettiği detaylı bir şekilde ele alınmaktadır.
Özellikle 1826'da, Evkaf-ı Hümâyûn Nezâreti'nin kuruluşuyla, vakıfların daha kurumsal bir yapı altında toplandığı ve yönetildiği bir döneme geçildiği belirtilmektedir. Bu dönüşüm, vakıfların kayıt ve yönetiminde önemli değişikliklere yol açmış, daha önce her vakfa ait ayrı defterlerin tutulduğu sistemden, birden çok vakfın kayıtlarının tek bir defterde toplandığı bir sisteme geçilmiştir. Öyle ki bu durum vakıf çalışmalarının karmaşıklığını artırmış ve arşivlerdeki evrakların okunmasını zorlaştırmıştır.
Vakıfların gelir ve giderlerinin, personelinin ve yönetim yapısının detaylı bir şekilde incelendiği bu çalışma, aynı zamanda Osmanlı toplumunun vakıflar aracılığıyla nasıl bir sosyal güvenlik ağı oluşturduğunu ve vakıfların ekonomik hayattaki rolünü de gözler önüne sermektedir. 1826 sonrasında Evkaf-ı Hümâyûn Nezâreti'nin altında toplanan vakıfların yönetimi, denetimi ve kurumsal yapıları, Hamidiye vakıflarının ve diğer vakıfların nasıl bir dönüşüm geçirdiğini, bu dönüşümün Osmanlı devlet yapılanmasındaki merkezileşme çabalarıyla nasıl ilişkilendirilebileceğini detaylı bir şekilde ele almaktadır.
Tezin merkezi soruları, 18. yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu'nda vakıfların durumunu, sosyal ve ekonomik hayattaki işlevlerini ve Tanzimat öncesi dönemde devlet kurumlarının merkezileşme süreçlerinin vakıflar üzerindeki etkilerini kapsamlı bir şekilde incelemeyi amaçlamaktadır. Özellikle Dr. Uçar Nurcan ’ın "yeniden merkezileşme" olarak tanımladığı bu süreç, vakıfların yapısal ve işlevsel dönüşümlerini anlamak için kritik bir çerçeve sunmaktadır. Bu bağlamda araştırma Hamidiye Vakıflarının bu dönüşüm sürecindeki rolünü ve bu vakıfların devlet bürokrasisi ile olan etkileşimlerini detaylı bir şekilde ele almayı hedeflemektedir.
Dr. Uçar Nurcan, metodolojik açıdan vakıf merkezli bir yaklaşım benimsemekte ve vakıfların kendi evrakları üzerinden merkezileşme süreçlerini analiz etmeyi amaçlamaktadır. Böylece vakıfların hukuki statülerini, sosyal ve ekonomik rollerini, ve kurumsal yapılarını derinlemesine anlamayı ve bu kurumların Osmanlı devlet yapısındaki merkeziyetçi politikalarla nasıl iç içe geçtiğini ortaya koymayı hedeflemektedir.
Çalışma Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivleri ve Ankara'daki Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi gibi önemli arşivlerden elde edilen vakfiye ve zeyiller, muhasebe defterleri, ahkam defterleri, ilmühaber defterleri, kadı sicilleri, surre defterleri, hatt-ı hümayunlar ve Topkapı Sarayı Arşivi evraklarını kullanmaktadır. Araştırmanın bir diğer önemli yönü, vakıf belgelerinin okunmasındaki zorlukları ve bu zorlukların üstesinden nasıl gelindiğini detaylandırmasıdır. Özellikle, siyakat yazı tarzının okunmasındaki güçlükler ve bu yazı tarzının kırık divani ile birlikte kullanılmasının sağladığı avantajlar, araştırmada kullanılan metodolojinin derinliğini ve titizliğini göstermektedir.
Bu yaklaşım, vakıfların tarihsel evrimini ve Osmanlı İmparatorluğu'ndaki sosyal, ekonomik ve politik bağlam içindeki yerini daha iyi anlamak için önemli bir metodolojik katkı sağlamaktadır.
Tezin Bölümleri
Dr. Uçar Nurcan, çalışmasının ilk bölümde vakfın vakfiyesi, ikinci bölümde vakfın muhasebe defterleri, üçüncü bölümde vakfın ahkâm Defterlerini kaleme almaktadır. Her bölümün başında kullandığı evrakı tanıttığını belirten konuşmacı, ilk bölümde öncelikle vakfiyenin bir mukaddemesi, vakfın adı ve unvanları, dindarlığını ve hayırseverliğini metheden cümleler ve ardından asıl metni okuyuculara sunan Nurcan, vakfiye metninde yönetim ve denetim, görevlilerinin özellikleri, tahsisatlar tayin ve azillerin nasıl olduğu, vakıf binalarının nerede olduğu, bunların isimleri ve nasıl işletileceklerinin yer aldığı bilgisini vermektedir. Son kısımda ise ilgili ayet ve hadisler geçtiğini ifade eden konuşmacı, Sultan Vakfı söz konusu olduğu zaman daha tezhipli vakfiyelere rastladığını dile getirmektedir.
Vakıf Tarihine Kısa Bir Bakış
Vakfın kelime anlamının Arapça’dan geldiğini ve durmak durdurmak, alıkoymak anlamlarına tekabül ettiğini dile getiren Nurcan, hukuk terminolojisinde ise bir malın sahibi tarafından dini, içtimai ve hayri bir gayeyi ebediyen tahsisi anlamına geldiğini ifade etmektedir. İslam hukukunda vakıf kurma konusundaki çeşitli görüş ayrılıklarını Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed üzerinden okuyuculara sunan konuşmacı, Osmanlı Devleti’nde daha çok İmameyn’in “malın vakfedenin mülkiyetinden çıkıp Allah'ın (kamunun) mülkü haline gelmektedir” görüşünün benimsendiğini ileri sürmektedir.
Dr. Uçar Nurcan, vakıfların sınıflandırılması üzerine değinirken, mülkiyet durumlarına göre vakıfları "sahih" ve "gayri sahih" olmak üzere iki ana kategoriye ayırdığını belirtiyor. Nurcan'a göre, vakfeden kişinin mülkün gerçek sahibi olması durumu "sahih vakıf" olarak adlandırılırken, devlete ait araziler veya sultanın kurduğu vakıflar gibi mülk sahipliğinin devlet tarafından belirlendiği durumlar "gayri sahih vakıf" kapsamına giriyor. Gayri sahih vakıflar için kullanılan "İrsadi Vakıflar" terimi, bu tür vakıfların özel tahsisatlarla kurulduğunu ve vakıfların anlaşılmasını zorlaştıran hukuki nüansları barındırdığını vurguluyor. İçerik açısından vakıfların sınıflandırılmasına da değinen Dr. Nurcan, vakıfları "hayri vakıflar", "yarı ailevi vakıflar" ve "zürri vakıflar" olmak üzere üç farklı kategoriye ayırıyor. Bu sınıflandırmada, vakfın gelirlerinin tamamen hayır işlerine harcanması "hayri vakıf", bir ailenin üyelerine maaş olarak ayrılması ve vakfiye şartlarında bu yönde hükümler bulunması durumu "zürri vakıf" olarak adlandırılıyor. "Yarı ailevi vakıf" ise, hayri ve zürri vakıflar arasında bir yerde konumlanıyor ve hem hayır işlerine hem de belirli aile bireylerine destek sağlama özelliği taşıyor.
Vakfedilen malın türüne göre de ayrım yapıldığını belirten Nurcan, bu ayrımı gayrimenkul ve menkul mallar üzerinden anlatmaktadır. Gelirlerinin işletilmesine göre de vakıfların icare-i vahide, mukata’a ya da icareteyn usulü ile işletilen vakıflar olarak kategorize eden konuşmacı, Evkaf-ı Hümâyûn Nezâreti’nin kuruluşundan sonra vakıfların üçe ayrıldığını ifade etmektedir. Dr. Uçar Nurcan bu ayrımı şu şekilde izah etmektedir: “Mazbut vakıflar yani Evkaf-ı Hümâyûn Nezâreti tarafından zapt edilmiş vakıflar ki bunlar Selahaddin vakıfları, mütevellisi kalmayan vakıflar ve mütevellilerine maaş tashsis edilip vakıf işlerinin nezarete bırakıldığı vakıflardır Mülhak vakıflar da adı üzerinde hani ilhak edilmiş bunlar nezaretin kontrolü altında ama mütevellileri tarafından idare olunan vakıflar oluyor. Müstesna vakıflar da zaten Eyyub El
Ensari gibi eizze vakıfları ve guzat vakıfları kullanılıyor. Bunlar kendi mütevellileri tarafından idare edilen nezarette herhangi bir ilişki olmayan vakıflar olarak adlandırılıyor.”
Nurcan, vakıfların karmaşık yapısını anlamakta yaşadığı zorlukları aşmak için Kayhan Orbay'ın "Imperial Waqfs within the Ottoman Waqf System" isimli makalesine başvurduğunu belirtiyor. Orbay'ın makalesi, vakıfların sınıflandırılmasına dair yeni bir perspektif sunmuştur. Zira Orbay, vakıfları kurucularının sosyal statülerine göre ayırarak, bu büyük yapıları daha anlaşılır hale getiriyor. İmparatorluk vakıfları olarak adlandırılan bu kategoride, askeri liderler ve sultanlar tarafından kurulan vakıflar, hanedan üyeleri, ayanlar ve ümera tarafından kurulan vakıflar yer alıyor. Orbay ayrıca, halkın, yani reayanın kurduğu vakıfları da ayrı bir kategori olarak inceliyor. Bu sınıflandırma, vakıfların işleyişinde ve kuruluş amacında kurucularının toplumdaki yerinin önemli bir rol oynadığını gösteriyor. Orbay'ın çalışması, para vakıfları gibi farklı işleyiş mekanizmalarına sahip vakıfları da kapsayarak, vakıfların çeşitliliğine değiniyor.
Tezinde bir sultan vakfı çalışmayı tercih ettiğini belirten Nurcan’a göre Selahaddin Vakıfları askeri rütbelilerin kurduğu Imperial vakıfların bir alt kategorisidir. Sultan vakıflarını gayri sahih ve yarı ailevi vakıf olarak değerlendiren konuşmacı, hanedan üyelerine vakıftan maaş bağlanması, erkek ve kız çocuklarına, eşlerine düzenli maaş bağlanmasının yanında hayır işleri içinde oldukça fazla sarf edilen meblağlar olmasından ötürü bu vakıfları yarı ailevi statüde görmektedir. Vakfedilen malların türüne göre de hem gayrimenkul hem menkul malların vakfedildiği tespitini yapan Nurcan, Evkaf-ı Hümâyûn Nezâreti’nin kurulmasından sonra söz konusu vakıfların mazbut vakıf statüsünde olduğu tespitini yapmaktadır.
Vakıfların ciddi miktarda gelir yönetimi yapmaları sebebiyle, denetim ve idare süreçlerinin büyük bir öneme sahip olduğu vurgulanmaktadır. Dr. Uçar Nurcan, vakıfların denetim ve idare mekanizmalarını iki temel kategoride ele almıştır. Denetim süreci, yıllık mali raporların incelenmesinden sorumlu bir nazır tarafından yürütülmekte olup, idare kısmında ise vakfın genel işleyişi üzerinde tam yetkiye sahip mütevelli bulunmaktadır. kâtipi, idari dokümanların düzenlenmesinden sorumlu olup, cabi ise vakfın gelirlerinin toplanmasında görevlidir. Hukuki meselelerin ele alınması bağlamında, genel halk tarafından kurulan vakıfların sorunları kadı mahkemeleri tarafından incelenirken, özellikle İstanbul merkezli ve askeri kökenli vakıfların hukuki sorunları Evkaf-ı Hümayun Müfettişliği tarafından değerlendirilmektedir. Bu ayrım, vakıfların yönetim ve denetim yapılarının vakfın kökeni ve işlevine göre farklılık gösterdiğini ortaya koymaktadır.
“Hamidiye Vakfı'nın kuruluşunun yalnızca I. Abdülhamid dönemine özgü değil. Bu sebeple çalışma III. Selim, IV. Mustafa ve II. Mahmud dönemlerini kapsıyor.”
Sultan I. Abdülhamid dönemi, Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihi açısından önemli bir kırılma noktasını temsil eder. Bu dönem, Küçük Kaynarca Antlaşması ile başlayıp, Fransız İhtilali'nin yankıları, İstanbul yangınları, ekmek kıtlığı, Kırım'ın kaybı ve Özi Kalesi'nin düşüşü gibi bir dizi önemli olayla karakterize edilmiştir. Dr. Uçar Nurcan'ın çalışması, bu tarihi döneme dair kapsamlı bir inceleme sunarak, Hamidiye Vakfı'nın kuruluşu ve işleyişi üzerine yeni bir bakış açısı sağlıyor.
Dönemin Küçük Kaynarca Antlaşması’yla başladığını vurgulayan Nurcan, Osmanlı Rus Savaşı’nın ardından Osmanlı İran Savaşı ve Basra'nın alınması akabinde Osmanlı, Avusturya, Rusya Savaşları, Napolyon’un Mısır’ı İşgali ve milliyetçilik akımın etkisiyle Balkan İsyanları, Sırp ve Yunan İsyanları, Mora İsyanları gibi gelişmelerin etkilerinden bahsetmektedir. Özellikle Mora İsyanının Hamidiye Vakfı için önemine değinen konuşmacı, vakfa gelir sağlayan büyük çiftliklerin Mora yarımadasında bulunduğunu ve ilerleyen dönemlerde vakfın zorluk yaşayacağını dinleyicilerle paylaşmaktadır.
Bir vakfın Müessesat-ı Hayriye’si bulunduğunu ifade eden Dr. Uçar Nurcan, Sultan I. Abdülhamid’in vakıf olarak üç temel bina yaptırdığı bilgisini vermektedir. Bu binaları da Bahçe Kapıdaki Külliyesi imaret ve sebili, türbe ve çeşmesi, kütüphanesi olarak izah etmektedir. Bahçe Kapıdaki Külliye imaretinin günümüze ulaşamadığını ve II. Meşruiyet döneminde yıkıldığını, yerine vakfı gelir getirmesi için dördüncü vakfın inşa edildiğini tespit eden Nurcan, o binanın restore edildiğini ve günümüzde otel olarak kullanıldığı bilgisini vermektedir.
Hamidiye Türbesi ve Sebili
Bu yapıların dışında I. Abdülhamid’in Annesi Rabia Şermi Sultan adına Beylerbeyinde ve Emirgan’da cami inşa ettirdiği bilgisini veren Nurcan, Medine'de bir medrese ve kütüphanenin olduğunu vakfiyelerin zeyllerinden ve evraklardan tespit edilebildiğini ifade etmektedir. Konuşmacı, Medine'deki Kütüphaneye çok fazla vakıf kitap hediye edilmesinden ötürü kayıtlardan da orada bir medrese olduğunu belirtmektedir.
Hamidiye Kütüphanesi
Vakıf Görevlileri
Hamidiye Vakfında nezaret görevinin Dârüssaâde Ağasına verildiğini belirten konuşmacı, Kaymakam mütevelliliğine de Dârüssaâde ağasının katibinin atandığını ifade etmektedir. Zaman içerisinde Darphane-i Amire nazırlarının da vakıf görevlilerinden olacağı tespitini yapan Dr. Uçar Nurcan, vakfiyeler sayesinde vakfın kurumlarında çalışan kişilerin bir listesi, vakıf çalışanları ve aldıkları maaşlar gibi bilgilere ulaştığını vurgulamaktadır. Tüm kurum ve binalar için ayrı görevli listesi oluşturan konuşmacı görevlilerin maaşlarını ve çalıştıkları gün sayısını gösteren grafikler oluşturarak bunlara tezinde yer verdiğini dile getirmektedir. Dârüssaâde ağlarının çok büyük bir gelir kalemini kontrol ettikleri tespitini yapan Nurcan’a göre dolaylı olarak saray içerisindeki nüfuzlarının da nereden kaynaklandığı konusunda bir çıkarım yapmak mümkündür.
“İdare ve denetimin bu kadar yakın kişilerde olması bu vakfın sıkı bir devlet kontrolü altında olduğunu da gösteriyor”.
Medrese görevlilerini de tezinde inceleyen Nurcan, bu bahiste atanan bütün cihetlerin isimleri, medresedeki toplam öğrenci sayısı, öğrencilerin aldıkları yevmiyeler ve öğrencilere verilen ek görevlere ulaşılabileceğini belirtmektedir. Çalışmasında vakıf görevlileri arasında en yüksek maaşı muhaddisin ve müderrisin aldığı tespitini yapan Nurcan, bu bilgiden yola çıkarak ilmiye sınıfının vakıf içerisinde çok güçlü bir rol oynadığını yorumunu yapmaktadır.
Vakfın imaretini dönemin iaşesi açısından çok önemli gören konuşmacı, neredeyse en fazla çalışanın olduğu vakıf binasının imaret olduğunu tespit etmiştir. Burada hiyerarşik bir örgütlenme olduğunu ileri süren Nurcan, özellikle bu aşçılar aşçı şakirtleri ve bunların şakirdanları ve şakirdanların mülazımları arasında belli hiyerarşilerin olduğunu saptamıştır. İmarete satın alınan erzaklardan da bahseden konuşmacı; pirinç, mısır, dövülmüş buğday, un, odun gibi örnekler üzerinden yorumlarda bulunmaktadır. Konuşmacı, vakfın imaretinde günlük iki bin adet ekmeğin pişip ihtiyaç sahiplerine dağıtıldığının tespitini yapmıştır.
Hamidiye Medresesi ve Sebili
“Aslında her şey miri değil. Vakfın vakıf binaları tabii ki padişahın kendi Ceyb-i Hümâyûn hazinesinden, kendi malından yaptırdığı binalar o camiler mesela. Ama bunlara tahsis edilen bu vakıf, binaların yaşayabilmesi için personellerine, tamirat masraflarına tahsis edilen gelirler miri araziden miri olan arazi ya da işte müsakkafattan verildiğini söyleyebiliriz.
Hamidiye Vakfı'nın mali yapısı ve işleyişi, vakfın sürdürülebilirliğini sağlamak için gelir tahsisinin önemine dikkat çeken Dr. Merve Uçar Nurcan'ın çalışmasında detaylı bir şekilde incelenmiştir. Vakfın gelir kaynakları arasında, Sultan I. Abdülhamid döneminden kalan miri araziler, çiftlikler, boyahaneler, İstanbul ve Bursa'daki ipek kapanları, Mora'daki peynir rüsumları ve Selanik gümrüğü gibi çeşitlilik gösteren kalemler yer almaktadır. Bu gelirler, vakfın personel maaşları, bina bakım ve onarım giderleri, ısınma ve aydınlatma masrafları gibi giderlerini karşılamakta kullanılmıştır.
Dr. Nurcan, vakfın mali durumunu, muhasebe defterleri üzerinden analiz ederek, gelir-gider dengesini ve finansal sürdürülebilirliğini ortaya koymuştur. Özellikle 1219 yılında vakfın yüksek bir bütçe fazlası vermesinin, bir önceki yıldan devreden fazlalıklar ve düşük giderlerle ilişkilendirilebileceğini belirtmiştir. Ancak, 1230 yılında Mora İsyanı'nın başlaması ve vakfın çiftliklerinin iltizama verilememesi nedeniyle, vakfın gelirlerinde önemli bir düşüş yaşandığına dikkat çekmiştir.
Dr. Nurcan, vakfın gider kalemleri arasında en büyük payın maaşlara ayrıldığını vurgulamış, bu maaşların vakıf yöneticileri, şehzadeler, valide sultan ve diğer kadınlara ödendiğini belirtmiştir. Ayrıca, vakıf yöneticilerinin ve Sultan I. Abdülhamid'in aile üyelerinin vakıftan sıfır faizle borç aldıkları ve bu borçları vakıftan aldıkları maaşlarla ödedikleri, bazılarının ise borçlarını ödemediği tespit edilmiştir.
Bir İşletim Biçimi Olarak İcareteyn Usulü
İcareteyn usulünden de bahseden Nurcan, bu usulün özellikle yangınların çok olduğu vakfın tamirat masraflarını karşılayamadığı noktada bir çıkış kapısı olarak gördüğüne dikkat çekmiş ve Osmanlı inovasyonu olarak tanımladığı icareteynin toplam kira gelirleri açısından nerede durduğunu incelmiştir ve icareteyn uygulamasının %7 oranında kullanıldığı tespitini yapmıştır
Vakfın en büyük gelirini mukataa gelirlerinin oluşturduğunu ileri süren Nurcan, mukataaların ardından en fazla gelirin sırasıyla çiftliklerden ve dükkanlardan gelen icareteyn olduğuna dikkat çekmektedir. Giderlerin de en büyük kısmını maaşları oluşturduğu tespitini yapan konuşmacı maaşların ardından imaret ve diğer masrafların da gider kalemleri içerisinde yer aldığını belirtmektedir.
“Vakfın Günlüğü” Olarak Ahkâm Defterleri
Ahkâm defterlerini “vakfın günlüğü” olarak değerlendiren Dr. Uçar Nurcan, ahkâm Defterlerinin önemine bir kez daha vurgu yaparak en fazla bilgiye ulaşabildiği bu defterler içerisinde en fazla tekrarlanan mevzuları kategorize etmiştir. Bunlardan birincisi vakıf personelinin atanma, terfi ve azil işlemleri. İkinci mesele vakıf toprağına müdahale ve serbestiyet. Üçüncüsü de reayanın önemine yapılan vurgudur.
Reayanın önemini Nurcan şöyle açıklıyor: “O çiftlikte çifte çalışan reayaya bir şey olursa vakfın gelirleri azalacak yani kesri noksan olacaksa buna kesinlikle izin verilmiyor. Bir vakıf reaya mesela toprağını terk edemiyor. Çünkü bu sefer vakfın geliri düşer. Mesela tarlaların vakıf tarlaların bağ ve bahçeye çevrilmesi kesinlikle yasak.” Nurcan’ın bir başka dikkat çektiği nokta vakfın yaşayan vakıf reayası eğer varisi olmadan vefat ederse vakfa gidiyor olmasıdır. Bu durumu reayanın vakıf için gelir kaynağı olarak değerlendiren konuşmacı, ticaretin ve gediklerinde vakfa gelir sağladığının altını çizmektedir.
Sosyal yardımların da varlığına dikkat çeken Dr. Uçar Nurcan, özellikle maaşı düşük kadınlar, emekliliğinde dul kalmış, yetim kalmış kişilerin bir arz yazdığı ve arz sonucunda padişahın vakıftan bu kadınlara maaş tayin ettiği tespitini yapmıştır. Nurcan, Enderun-ı Hümayun’da çalışanlarının bayram harçlıkları teşrifat ve mevlit giderlere surre giderlerinin de vakıf tarafından verildiğinin altını çizmektedir.
Vakıf Yönetimindeki Merkezileşme ve Modernleşme Süreçleri
Evkaf-ı Hümâyûn Nezâreti’nin kurulmasından önce vakıflarda denetim yapıldığını ve hiçbir vakfın başıboş bırakılmadığını ayrıca Sultan Vakıfları bunun için çeşitli nezaretler kurulduğunu da dile getiren Nurcan, sadrazamın nezaretinde olan 200 adet vakfın varlığından bahsetmektedir. Şeyhülislam nezaretinde olan vakıfların sayısını ise yaklaşık 85 olarak gösteren konuşmacı, Dârüssaâde ağası nezaretinde olan vakıfları en kalabalık vakıflar olarak değerlendirmiştir ve sayılarını 550 olarak vermiştir. Darphane-i Amire’nin XVIII. yüzyılın son çeyreğinde vakıflarla olan etkileşiminin çok büyük önem arz edeceğini belirten konuşmacıya göre vakıf gelirleri darphanenin kontrolüne geçecektir.
Bunun dışında daha farklı nezaretler de değinen konuşmacı, bu nezaretleri yeniçeriler, sekbanbaşılar olarak göstermektedir. Dağınık bir vakıf denetiminden bahseden Nurcan, bu vakıfların kendi içerisinde merkezileştiği yorumunu yapmakla beraber II. Mahmud’un 1826 senesinde buna son vererek Evkaf-ı Hümâyûn Nezâreti kurmasıyla bütün nezaretleri tek çatı altında topladığını ifade etmektedir.
Hamidiye Vakfının Evkaf-ı Hümâyûn Nezâreti’nin küçük bir prototipini oluşturacağını ileri süren Nurcan, Hamidiye Vakıflarının Darphane-i Amire nezaretinden yönetilirken buradan ayrılarak Evkaf-ı Hümayun nezaretinin ilk çekirdeğini oluşturmasına dikkat çekmektedir. Konuşmacı, 1838 senesinde Haremeyn Nezaretinin de eklenmesiyle artık bütün imparatorluk vakıflarının tek bir nezaret altında birleşeceğini söylemektedir. Dr. Uçar Nurcan’a göre bu gelişme vakıf gelirlerinin tek bir yerde toplanarak devlet işlerinin finansmanında kullanılması ve Hazine-i Amire’nin finansmanında kullanılması sonuçlarını doğuracaktır.
XVIII. yüzyılın sonu itibariyle artık darphanenin fonksiyonunu değiştirmesine dikkat çeken konuşması, darphanenin artık sadece para basmayacağını ve bir ihtiyat hazinesi haline geleceğini ileri sürmektedir. Vakfın en fazla gelir kaynağı olan mukataaların darphanenin kontrolüne verilmesi de Nurcan’ın değindiği bir başka gelişmedir. Özetle Dr. Uçar Nurcan’ın dile getirdiği gibi Evkaf-ı Hümayun Nezareti, Hamidiye ve Mahmudiye Vakfı'nın Darphane-i Amire nezaretinden ayrılarak kurulacaktır.
Sonuç
Dr. Merve Uçar Nurcan'ın detaylı sunumu ışığında, vakıfların Osmanlı İmparatorluğu'nda sadece hayır kurumlarından çok daha fazlası olduğu anlaşılmaktadır. Zira vakıflar devletin gelir kaynaklarının yeniden dağıtım aracı olarak işlev görmüş ve merkez ile çevre arasında önemli bir entegrasyon mekanizması oluşturmuştur. Aynı zamanda vakıflar gelirlerini sadece kendi giderlerini karşılamak için değil, aynı zamanda savaş veya doğal afetler gibi olağanüstü durumlarda bir ihtiyat fonu olarak kullanmak üzere de yönetmişlerdir.
Dr. Nurcan'ın ifadelerine göre, vakıflar aracılığıyla düzenli maaş ödemeleri ve iş imkanlarının sağlanması, Osmanlı hanedanının meşruiyetini pekiştirmiş ve devlete bağlı imtiyazlı bir sınıfın oluşumuna katkıda bulunmuştur. Bu durum vakıfların sosyal güvenlik ağı işlevi gördüğünü ve özellikle yoksul, dul ve yetimlere sağladığı destekle toplumsal dayanışmayı güçlendirdiğini göstermektedir.
Son olarak, Dr. Nurcan Mehmet Genç'in Osmanlı İktisadi Sistemini açıklamak için geliştirdiği "üçlü sacayağı" modeline atıfta bulunarak, Hamidiye Vakfı'nın bu modelde gelenekçilik açısından mükemmel bir örnek teşkil ettiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda, vakıfların Osmanlı ekonomi ve sosyal yapısındaki rolü, sadece hayırseverlik faaliyetleri ile sınırlı olmayıp, daha geniş bir ekonomik ve sosyal entegrasyon çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Dr. Uçar Nurcan’a Göre Bundan Sonra Vakıflarla İlgili Neler Yapılabilir?
Laleli, Hamidiye ve Mahmudiye Vakıfları aynı dönemde yakın dönemlerde kuruldukları ve birbirlerinin ardılı padişahlar tarafından kuruldukları için karşılaştırmalı bakılabilir.
1826- 1839 arasındaki Hamidiye Vakfının Muhasebelerine bakılabilir.
II. Meşrutiyet’ kadar olan dönem Hamidiye Vakfı üzerinden incelenebilir.
Vakıftan dağıtılan fodulaların (ekmek) nerelere gittiği, hangi tarikat ve cemaatlere gittiğine bakılabilir.
Vakıf Beytü'l-mal Davaları
Dr. Uçar Nurcan’ın Vakıf Çalışmaları Yapmak İsteyen Araştırmacılar İçin Paylaştığı Başvuru Kaynakları
Ahmet AKGÜNDÜZ- İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi
Baheddin YEDİYILDIZ- XVIII. Yüzyılda Türkiye'de Vakıf Müessesesi
Nazif ÖZTÜRK ve Seyit Ali KAHRAMAN tarafından yapılan XIX. dönemin evrak transkripsiyonları
John Robert BARNES- Evkaf-ı Hümayun: vaqf administration under the Ottoman Ministry for Imperial Religious Foundations, 1839 to 1875
Tevfik GÜRAN- Ekonomik ve Mali Yönleriyle Vakıflar: Süleymaniye ve Şehzade Süleyman Paşa Vakıfları
Mustafa GÜLER- XVI. – XVII. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde Haremeyn Vakıfları
Fahri UNAN- Kuruluşundan Günümüze Fâtih Külliyesi
Dr. Uçar Nurcan’ın Vakıf Çalışanlara Tavsiyeleri
· İyi derecede Osmanlıca ve siyakat bilgisi
· Vakıf hukukunu iyi bilmek bilmek
Teze ulaşmak için tıklayınız
Rumeysa Dobra
Sakarya Üniversitesi Yeniçağ Tarihi
Yüksek Lisans Öğrencisi
Dr. Merve Uçar Nurcan kimdir?
2012'de İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin Tarih ve Uluslararası İlişkiler bölümlerinden mezun oldu. TÜBİTAK bursu ile desteklenerek Sabancı Üniversitesi Tarih Bölümü'nde yüksek lisans eğitimine başladı. Prof. Dr. Hakan Erdem'in danışmanlığındaki "The road to non-action: The Ottomans between the British Empire and Mahdiyya in the Sudan" başlıklı tezini 2015'te tamamladı. Doktora yolculuğuna İstanbul Şehir Üniversitesi'nde başlayan Nurcan, sürecini 2023'te Marmara Üniversitesi'nde, Prof. Dr. Fehmi Yılmaz danışmanlığında hazırladığı tezle tamamladı. 2017'den itibaren İstanbul Medeniyet Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Araştırma ve ilgi alanları Osmanlı'nın Sosyal ve Ekonomik tarihine, özellikle vakıflar, Erken Modern Dönem, Kadın Tarihi ve Modernleşme Teorileri üzerinedir. Nurcan, evli ve bir çocuk annesidir.
Comments