top of page

Seminer Raporu: Osmanlı Diplomasisinin Kritik Meseleleri: Tarihsel Çerçevede Bir İnceleme

Diplomasi, devletler arasındaki ilişkilerin yönetiminde temel bir rol oynamaktadır. Tarih boyunca birçok devlet, etkili bir diplomasi yürüterek uluslararası alanda stratejik üstünlük ve siyasi istikrar elde etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu da bu bağlamda, 16. yüzyıldan itibaren küresel bir güç haline gelmiş ve etkin diplomasi pratiğiyle dikkat çekmiştir. Geniş coğrafyası ve farklı kültürlerle etkileşimi nedeniyle Osmanlı diplomasisi, döneminin en karmaşık ve etkili diplomatik yapılarından birini oluşturmuştur.


Prof. Dr. Mehmet İpşirli'nin OSAMER’in 2023-2024 akademik yılının bahar dönemi açılış seminerinde sunduğu "Osmanlı Diplomasisinin Kritik Meseleleri: Tarihsel Çerçevede Bir İnceleme" başlıklı sunum, Osmanlı diplomasisinin önemli yönlerini kapsamlı bir şekilde ele almıştır. Seminer, Osmanlı İmparatorluğu'nun diplomasi alanındaki başarılarını ve karşılaştığı zorlukları incelerken tarihsel ve kültürel birikimimize yeni bir perspektif katmıştır. Ayrıca diplomasinin devletler arası ilişkilerdeki merkezi rolü, günümüz uluslararası ilişkilerini anlamamıza ve gelecek stratejileri geliştirmemize katkı sağlayacak önemli bir bakış açısı sunmuştur.


OSAMER Konuşmaları çerçevesinde dinlediğimiz bu semineri ekibimiz olarak detaylı bir şekilde inceleyip sunumdan çıkarılan sonuçları analiz etmek ve sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Gelin bu sunum başlıklarına yakından bakalım!

Osmanlı Diplomasisi’nde Coğrafyanın önemi neydi?


Prof. Dr. Mehmet İpşirli, Osmanlı diplomasisinin incelenmesi öncesinde, diplomasi ile coğrafya arasındaki ilişkiyi açıklığa kavuşturarak sunumuna başlamıştır. İpşirli, coğrafyanın diplomasi üzerindeki etkisinin ne şekilde gerçekleştiğine dair bir giriş yapmış ve bu iki kavram arasındaki önemli bağları vurgulamıştır. Sunumunda Prof. Dr. Oral Sander'in Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü adlı çalışmasından bir alıntı yaparak, Osmanlı coğrafyasının tanımını; beş deniz (Akdeniz, Karadeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Hazar Denizi) ile çevrili beş kara parçası olarak aktarmıştır. İpşirli, Osmanlı İmparatorluğu'nun bu stratejik coğrafyada, hem deniz hem de kara ticaret yollarının kesişme noktasında yer aldığını belirtmiştir. Bu konumlandırma Osmanlı'nın uluslararası ticarette ve diplomasi alanında stratejik bir avantaj sağlamasının yanı sıra, dünya sahnesindeki etkinliğinin de temelini oluşturmuştur. Dolayısıyla İpşirli'nin analizi, Osmanlı diplomasisinin coğrafi konumunun, imparatorluğun tarihsel ve stratejik dinamikleri üzerindeki belirleyici etkisine ışık tutmuştur.




“Diplomasi tamamıyla güçlü ve köklü bir gelenek ile yürür.”


Prof. İpşirli, diplomasi ile geleneğin ilişkisini ele alırken, Osmanlı'nın diplomasi anlayışının temelinde İslam hukukunun ve fetvaların önemli bir yeri olduğunu vurgulamıştır. 19. yüzyıla dek, Osmanlı diplomasisinin İslam hukuku tarafından şekillendirilen ilkeler doğrultusunda yürütüldüğünü belirten hocamız, özellikle Ebu Suud Efendi'nin Kıbrıs Fetvası'nı, bu diplomasi anlayışının somut bir örneği olarak sunmuştur.


Prof. İpşirli, 1570'lerde Osmanlı'nın Kıbrıs'ı ele geçirme girişimini ve bu süreçte karşılaştığı hukuki ve diplomatik engelleri detaylandırmıştır. Osmanlı ile Venedik arasındaki on yıllık sözleşmenin Kıbrıs'ın ele geçirilmesini engelleyici bir faktör olarak öne çıktığını ancak Venedikli korsanların eylemlerinin Osmanlı'nın bu girişimini meşrulaştırdığını aktarmıştır. Bu durum, İpşirli'ye göre, Osmanlı diplomasisinin esnekliğini ve dönemin şartlarına göre stratejik kararlar alabilme yeteneğini göstermektedir.


Ayrıca Prof. İpşirli, Ebu Suud Efendi'nin Kıbrıs'ın fethi ile ilgili fetvasını, İslam hukuku perspektifinden verdiği kararlarla desteklemiştir. Rasulullah dönemindeki benzer bir olaya atıfta bulunarak, fetvanın hem dini hem de siyasi bir haklılık kazandığını belirtmiştir. İpşirli, Osmanlı'nın bu tip diplomatik eylemlerinde dini ve hukuki gerekçelendirmelerin güçlü bir şekilde ön plana çıktığını vurgulamıştır.


Son olarak Prof. İpşirli, Osmanlı diplomasisinin nasıl yönetildiğini ve dönemin önemli devlet adamları tarafından nasıl şekillendirildiğini örneklerle açıklamıştır. Özellikle Sokullu Mehmet Paşa'nın Venedik elçisi ile olan diplomatik etkileşimi, Osmanlı diplomasisinin ne kadar stratejik ve öngörülü olduğunu göstermektedir. Prof. İpşirli, Osmanlı'nın zirve dönemlerinde, devlet yöneticilerinin diplomasiyi nasıl etkin bir şekilde kullandıklarını ve uluslararası ilişkilerdeki başarılarının bu yetkinliğe dayandığını vurgulamıştır.


18. yüzyılda Elçi Alayı (Jean Baptiste Vanmour (1671 - 1737))


"Anlaşmalar, boş bir çerçeveyi temsil eder; onlara anlam ve içerik kazandıran, devletlerin sahip olduğu güçtür."


Prof. İpşirli, Osmanlı diplomasisinin incelenmesinde, batılı güçlerin Osmanlı'nın İslam geleneğine dayalı diplomatik ve uluslararası politikalarına olan tutumunu ele almıştır. Kapitalist Batı devletlerinin, Osmanlı'nın İslam hukuku ve geleneklerine bağlı kalmasından hoşnut olmadıklarını fakat bu bölgedeki ekonomik ve ticari çıkarları nedeniyle Osmanlı ile diplomatik ilişkileri sürdürmek zorunda kaldıklarını belirtmiştir. Bu durum Prof. İpşirli'ye göre, Osmanlı'nın uluslararası ilişkilerdeki stratejik konumunun ve diplomatik manevralarının, batılı devletler üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğunu göstermektedir.



Sultan III. Ahmed'in Avrupalı bir elçiyi kabulü, 18. yüzyıl (Jean Baptiste Vanmour (1671 - 1737))


Araştırmalarda Temel Bir Yaklaşım: Tarihsel Dönemlendirme


Mehmet İpşirli, Osmanlı'nın uluslararası ilişkilerini inceleyen çeşitli sempozyumlarda, imparatorluğun diplomasi tarihini iki temel sürece ayırdığını belirtmiştir. İlk süreç, Osmanlı'nın kuruluş döneminden 18. yüzyıl sonuna kadar süren beş yüz yıllık bir dönemi kapsar ve bu dönem "Atop Periot" (tek taraflı diplomasi) olarak adlandırılır. İkinci süreç ise, İslam ilkelerine göre diplomasinin yürütülmesinin zorlaştığı, 19. yüzyıl ve sonrasında Batı diplomasisi anlayışının benimsendiği dönemi ifade eder, bu döneme "Resiproseti" (karşılıklı diplomasi) adı verilmiştir.


Prof. İpşirli, Osmanlı'nın altın çağlarında diplomatik faaliyetlerinin üstün bir yönetim ve organizasyon gösterdiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'un fethinden sonra kurulan elçiliklerin, Osmanlı diplomatik ağının temel taşları olduğunu ve bu elçiliklerin sadece diplomatik misyonlarla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda istihbarat toplama faaliyetlerinde de önemli roller üstlendiklerini belirtmiştir. Bu elçiliklerin geniş personel yapısının, Osmanlı'nın diplomatik ve istihbari faaliyetlerindeki etkinliğini artırdığına dikkat çekilmiştir.


"Osmanlı elçiliklerinde çeşitli meslek gruplarından kişiler, resmi olarak katiplik yapmalarına rağmen, asıl görevleri istihbarat toplamak olmuştur; bu kişiler arasında papazlar, ressamlar ve bilim insanları da bulunmaktadır."


Osmanlı’da elçi kabulünden bir örnek tasvir


Prof. İpşirli, Osmanlı yönetiminin, İstanbul'da açılan yabancı elçilikler vasıtasıyla Batılı devletlerin aktivitelerine dair derin bir anlayışa sahip olduğunu belirtmiştir. Osmanlı hükümeti, elçileri neredeyse misafirperver bir şekilde ağırlayarak maliyetlerini üstlenmiş, fakat herhangi bir diplomatik yanlışlık meydana gelmesi durumunda müeyyideler uygulamaktan çekinmemiştir. İpşirli, Osmanlı'nın elçiliklerin avantajlarını bu denli iyi kavramasına rağmen, sürekli elçilikler kurma konusunda nispeten geç harekete geçtiğine işaret etmiş ve bu bağlamda Prof. Dr. Ercüment Kuran'ın Osmanlı Daimî Elçiliklerinin Kuruluşu adlı eserine atıfta bulunmuştur.


"İslam hukukuna göre bir Müslümanın zaruret olmaksızın diyar-ı küfürde daimî olarak uzun süre kalması caiz değildi.”


Prof. İpşirli, Osmanlı İmparatorluğu'nda sürekli elçiliklerin kurulmamış olmasının iki temel nedenine işaret etmiştir. İlk olarak, Osmanlı yöneticilerinin, “zaruret olmaksızın uzun süre diyar-ı küfürde bulunmanın caiz olmadığı” yönündeki fetvayı yanlış yorumladıklarını belirtmiştir. İkinci neden olarak, Osmanlı'nın güçlü olduğu dönemlerde, askeri ve coğrafi avantajları nedeniyle daimî elçiliklere ihtiyaç duymadığı veya kendini politik olarak bağımlı hale getirmek istemediği vurgulanmıştır.


Prof. İpşirli, Osmanlı'nın, kuruluşundan itibaren, gerekli görmedikçe değişmeyen bir devlet politikası izlediğine dikkat çekmiştir. Osmanlı'nın ana hedefinin Batı olduğunu ve 1342'de Rumeli'ye geçerek bu stratejik yönelimini somutlaştırdığını ifade etmiştir. Osmanlı'nın Batı politikasının önemine vurgu yapmak için İpşirli, Lütfi Paşa'nın Asafnamesi'nde yer alan Yavuz Sultan Selim'in Kemalpaşazade ile yaptığı konuşmayı örnek olarak sunmuştur.


 Âsafnâme’nin ilk sayfası (TSMK, Hazine, nr. 379)

Lütfi Paşa ve Asafnamesi


Mehmet İpşirli, Osmanlı İmparatorluğu'nun Batı ile ilgili geniş kapsamlı politikalarına rağmen daimî elçiliklerin bulunmamasına dikkat çekmiştir. İpşirli'ye göre, Osmanlı'nın Batı'daki gelişmelerden büyük ölçüde haberdar olması, geniş ve etkili istihbarat ağları sayesinde mümkün olmuştur. Bu ağlar, Osmanlı'nın Batı'daki siyasi, sosyal ve ekonomik durumları yakından takip etmesine olanak tanımıştır.


“Osmanlı, bütün planları ve programları ile batı siyasetine çok önem veriyor ve batıyı da iyi tanıyordu.”


Osmanlı Devleti’nin kurmuş olduğu istihbarat ağındaki en önemli unsurun mühtediler olduğuna değinen İpşirli, bu insanların yeni girdikleri dinin hizmetinde bulunma istekleri ile devletin onları istihbarat ile görevlendirdiğinden bahsetmiştir. Konuşmacı, bu şekilde Osmanlı’nın istihbarat alanında büyük bir Network oluşturduğuna değinmiştir. Ancak bu mühtedilerin kim oldukları ya da sayıları hakkında bilgilerin az olduğuna dikkat çeken İpşirli, akademide kendilerine yol çizmek isteyen genç akademisyen adaylarına bu alanda çalışılmasını şiddetle önermiştir. Mühtedilerle beraber uluslararası ticaret yapan tüccarların da istihbarat konusunda faydalı olduklarını da eklemiştir.


İstihbaratın diplomasideki önemine vurgu yapan İpşirli, iki başarısız diplomasi hareketini örnek vererek anlatmıştır. Birincisini daimî elçiliklerin açıldığı III. Selim döneminden örneklemiştir. Enver Ziya Karal’ın bu örneği detaylıca aktarmış olduğuna değindikten sonra konuşmacı, İstanbul’a Fransız donanmasının Mısır’a çıkarma yapmak için hazırlandığı bilgisinin ulaştığını anlatır. Moralı Ali Efendi’ye bu bilgi ulaştığında Ali Efendi’nin Fransa Hariciye Nazırı ile görüştüğünü belirtmiştir. Prof. İpşirli'nin aktardığına göre, Fransız Hariciye Nazırı ile yapılan görüşmede, Osmanlı ile Fransa arasındaki uzun süreli dostluğa vurgu yapılarak çıkarma yapılacak yerin Malta olduğu belirtilmişti. Ancak daha sonra Osmanlı yetkilileri Fransa'nın gerçekte İskenderiye'ye çıkarma yaptığını fark ettiler.Bu durum Prof. İpşirli'ye göre ikinci bir diplomasi hatasıdır ve bu hatanın kaynağı olarak dil bilmediği için bilgilerin Rum tercümanlara sızdırılması gösterilmiştir.



Elçi Onuruna Sarayda Verilen Yemek, 18. yüzyıl


Prof. İpşirli'nin vurguladığına göre, Osmanlı diplomasisindeki önemli konumlardan biri olan vezirler, devletin istihbaratını en iyi bilenler arasında yer almaktadır. Özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda, vezirlerin geniş bir istihbarat ağına sahip olmaları, devletin istihbari yönden güçlü bir ağa sahip olmasını sağlamıştır. Mülazemet sistemi gereği, vezirler göreve alınmadan önce birçok farklı görevde bulunarak kendilerini tecrübe sahibi yapmışlardır.


Prof. İpşirli, Avrupa devletleri arasındaki artan kıskançlık ve rekabet ortamına da dikkat çekmiştir. Bu bağlamda bazı vezirlerin Fransız elçisini çağırarak İngilizler ve İspanyollar gibi devletlerin durumları hakkında bilgi aldıklarını örneklemiştir. Bu tür konuşmaların detaylarına ise Osmanlı Vekāyi‘nâmeleriden ulaşılabileceğini belirtmiştir. Bu kaynaklar, Osmanlı devletinin dönemindeki olaylar ve ilişkiler hakkında önemli bilgiler içermektedir.


"Dil meselesi maalesef Osmanlı asırları boyunca yaşanan büyük bir eksiklik."


İpşirli'nin seminerinde dile getirdiği önemli bir nokta, diplomasi alanında karşılaşılan temel bir eksikliğin dil yetkinliği olduğudur. Bu konuda verilen bir örnek ise, Hz. Muhammed'in Medine şehir devletleri döneminde İslam'a davet mektuplarının yazılması ve katiplerin hazırladığı anlaşmaların okunması süreçlerinde dilin ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır. Bu örnek, diplomasi ve belgeleme süreçlerinde dilin hayati bir rol oynadığını akademik bir perspektiften göstermektedir.

 

Sonuç:


Prof. Dr. Mehmet İpşirli'nin "Osmanlı Diplomasisinin Kritik Meseleleri: Tarihsel Çerçevede Bir İnceleme" başlıklı sunumu, diplomasinin Osmanlı Devleti üzerindeki geniş etkilerini, özellikle lisan eksikliği gibi hayati noktalarını ele almıştır. İpşirli, devlet yönetimi üzerindeki bu etkilere geçmeden önce, diplomasiyi coğrafya, gelenek ve dönemlendirme bağlamında ayrı ayrı ele alarak birçok kaynak gösterimiyle açıklamıştır. Osmanlı'nın kuruluşundan 19. yüzyıla kadar olan süreçteki diplomasi pratiğinin genel olarak başarılı olduğunu belirten İpşirli, aynı zamanda Osmanlı'nın daimî elçilikler kurmaması ve dil konusundaki eksikliklerini çarpıcı örneklerle eleştirmiştir. Ayrıca, Osmanlı Devleti'nde Şeyhülislamların fetvalarının Osmanlı idarecileri tarafından nasıl kabul edildiğine de değinerek, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı diplomasisinin tek taraflı yaklaşımdan mütekabiliyet sistemine geçtiğini vurgulamıştır. Seminerin sonunda, günümüz diplomasi pratiğinden örneklerle lisan eksikliğinin diplomasi üzerindeki olumsuz etkilerine tekrar dikkat çekmiştir.


OSAR Blog olarak bu değerli seminer serisini özenle takip ediyoruz ve aldığımız bilgileri kapsamlı raporlar halinde sunmaya devam edeceğiz. Sizleri de Osmanlı çalışmaları ve tarihine dair derinlemesine incelemelerimiz için takip etmeye davet ediyoruz.


Ayşegül DUYAR

Sakarya Üniversitesi Tarih Bölümü Lisans Öğrencisi

İçerik Editörü

 

Prof. Dr. Mehmet İpşirli kimdir?


1945 yılında Kayseri’de doğan Mehmet İpşirli, ilk ve orta öğrenimini de Kayseri’de tamamlamış, 1967 yılında İstanbul Yüksek Lisans İslam Enstitüsü’nden mezun olmuştur. 1970 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyet Tarihi bölümünden mezun olmuştur. 1971-1976 yılları arasında, İngiltere’de Edinburgh Üniversitesi’nde Yüksek Lisans ve Doktorasını tamamlamıştır. 1976’da mezun olduğu kürsüde M. Tayyib Gökbilgin’in asistanı olarak göreve başlamıştır. 1982’de “Osmanlı İmparatorluğu’nda Kadıaskerlik Müessesesi” adlı tezle Doçentliğe, 1988 yılında “Diplomatik Açıdan Mahzar” adlı çalışmasıyla Profesörlüğe yükselmiştir. İstanbul Üniversitesi Arşivcilik Bölümü’nde 1987’den 1999 yılına kadar çalışmıştır. 1983-2016 yılları arasında TDV İslam Ansiklopedisi projesinde yer almıştır. 1990 yılında Amerika’da, 1991’de Londra’da arşive ve kütüphanelerde araştırmalarda bulunan İpşirli, 1994-1997 yılları arasında Malezya Kuala Lumpur’da International Institute of Islamic Thought and Civilization’de iki yıl dersler vermiştir. 1999-2015 yılları arasında Fatih Üniversitesi Tarih Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmıştır. Mart 2015’ten ben İstanbul Medipol Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Yurtiçinde ve yurtdışında pek çok sempozyum ve kongrede tebliğler sunan İpşirli, Tarih-i Selânikî (1989), Tarih-i Naima (2007) ve Tarih-ş Cevdet’i (2018) yayınlamıştır. TDV İslam Ansiklopedisi’nde 200 civarında madde yazması ve Türk Tarih Kurumu şeref üyesi olmasından sonra 2018 yılında Sosyal Bilimler alanında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülmüştür.




84 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page